Geçtiğimiz sene, hemen hemen bu zamanlar yine bir blog girişiminde bulunmuş, ancak yaşamımdaki ezici çoğunluk olan şeyler gibi başladığım bu işi de yarıda bırakmıştım (belki de en başında)
Şimdi, aradan geçen bunca zaman ardından tekrardan başlıyorum, aradan geçen 365 ve daha fazla güne nazaran, başladığım zamandayım. Şu anda bu satırları karalarken de bunun bilincinde olmak beni biraz yaraladı.
Yara demişken, çok sevdiğim bir düşünürün sözü, yaralarım benden önce de vardı, ben onları bedenimde taşımak için doğmuşum, aklıma geldi.
Düşe kalka, bu yaraları gerek bedenimde, gerekse de ruhumda taşıyarak 26’ncı yaşıma adım attığım geçtiğimiz günlerde. Yeniden başlamaya beni iten şeyin belki de bir kıvılcımı buradan gelmiştir, kim bilir? Ben bilmiyorum, orası kesin. Yok oluş serüvenimde ne yaptığımı, ne yapacağımı hala kestiremiyorum çünkü.
Geçtiğim yollarda ise edindiğim tecrübelerimden yola çıkacak olursam, yarın ne olacağını kimsenin kestiremeyeceğidir. O yüzden, belki de gerçekten hatanın neresinden dönülse kardır? Hatta, hatanın 26’sından dönülse güzel kardır.
Bu satırlara başlamadan önce, başlıktan da görüleceği üzere, aklımda olan şey bir giriş yazısı yazmaktı, ancak biraz ilerleyince yine ana konudan saptım…
Burada, bundan sonra (umarım) gündelik yaşantımdan uzak, ancak bir o kadar da yakın, ruhsal çırpınışlarımı iki satıra dökmeyi amaçlıyorum.
Kim bilir, yine aha başlamadan bırakacağım bir işe girişmişimdir yine? Tutarsızlığımı şimdiden belli etmem hiç iyi olmadı.
O yüzden, en azından şimdilik, hepinizle merhaba diyerek vedalaşıyorum.